danny-boyle

Yeni Üyelik

uzerine.com a üye olmak için tıklayın

Haber bülteni üyeliği

Danny Boyle, 1982 yılında tiyatro yönetmenliğiyle başladı kariyerine. Royal Court Tiyatrosunda sanat yönetmeni olarak çalıştı. Royal Shakespeare Company için de 5 oyun yöneten Boyle, daha sonra televizyon alanına kaymayı seçti. BBC'de "The Night Watch", "The Hen House", ve "Scout" gibi dizileri yönetti. Televizyon için son çalışması ise BBC 2 için yaptığı ünlü "Mr Wroe's Virgins" dizisiydi. İlk uzun metrajlı filmiyse 1991 yılında çevirdiği "Shallow Grave"dı. Bu ironik ve gerilimli İngiliz filmi, başarılı oldu, ve Boyle'un adını dünyada duyurdu. Bu ekibin önemli elemanlarından Ewan McGregor'un başrol oynadığı film, Andrew MacDonald, John Hodge ve Danny Boyle'un ilk ortak çalışmaları oldu. Danny Boyle, 1996 yılında "Trainspotting" isimli tüm dünyayı şaşırtan bir film yaptı. "Trainspotting", "Four Weddings and a Funeral" dan sonra ingiliz sinemasının son dönemde en sevdiği ikinci film oldu ve Ewan McGregor ve Robert Carlyle gibi iki ünlü ismi dünya çapında yıldız yaptı. Sinema dünyasının önemli "ittifaklarından" birisi olarak niteleyebileceğimiz MacDonald (prodüktör) - Hodge (senarist) ve Boyle, "Trainspotting"in başarısından sonra yeni projeleri incelemeye koyuldular. Önlerine "Alien 4" gibi büyük bir proje geldi, filmin ön çalışmalarına katıldılar, ve karar verme noktasına kadar "Alien"la içli dışlı oldular. Fakat sonunda bu seriye birşeyler kazandıramayacaklarına, ve "A Life Less Ordinary"nin daha ilginç bir yapım olduğuna karar verdiler. Cameron Diaz ve Ewan McGregor gibi iki yıldızın birlikteliği bile bu filmin ilk iki filmin gölgesinden kurtulup kült film olmasına olanak tanımadı. Danny Boyle Galler'in Trainspotting'e cevabı olarak tanıtılan "Twin Town" filmine yapımcı olarak katıldı. Yıldızların filmlerini yönetmeye başlayan Boyle bir sonraki projesi medeniyetten uzak cennet konusun işlediği 1999 yapımı "The Beach"te Amerika'nın yeni yıldızlarından Leonardo DiCaprio ile tekrar yönetmen koltuğuna oturdu. Boyle, her ne kadar Fransızların meşhur "Cahiers du Cinema" degisinin Auteur Director konseptini yani filmin tek sahibi yönetmendir diyen akımı reddettiğini söylesede yaptığı filmlerinin kişisel olduğunu söylemek hata olmaz.